94'te Ege Fen Fakültesi .
  Ana Sayfa
 


     Sevgili dostumuzun güzelliğinden mutlak pay almışızdır hepimiz. Girdiği hiç bir ortamdan, kendisinden bir iz bırakmadan ayrılmadı çünkü o.  Hala her sabah ilk ona günaydın der; tüm adımlarımı hala bu bakışlar üzerimdeymiş gibi dikkatli atarım.

Bülent Yılmaz 1976-1997
"Her ölüm erken ölümdür"

        Kendi ölümümle meşguldüm onu ölüme gönderirken. Daha, çok değil 1 yıl önce ölüme giden bir yoldan döndürmeye çalışırken, şimdi ölüme gönderiyordum farkına varmaksızın. Ölmeye karar vermiştim, kaç gündür ondan sözedip duruyordum. Ama bu öyle umutsuzluktan doğan bir intihar düşüncesi değildi. Aydınlanmış varsayıyordum kendimi. Her şeyin üstündeydim artık. Hiç bir şeyin yetmemesi değil, hiç bir şeye ihtiyaç duymamaktı bendeki. Hiç bir şeye ihtiyaç duymamak ve bundan rahatsız olmamak. Ne müthiş bir duyguydu. Ölmek için hiç bir gerekçem yoktu. Tam da o anda, onu hissederek ölmek istiyordum.
        "Anlamıyorsun" diyordum, onu minibüse doğru, son kez göreceğim yere doğru götürürken. "Anlamıyorsun, ölümü seçmenin hiç bir anlamı yok!.. Yaşamanın da! Bunlar anlamı olacak şeyler değil!". Acaba anlamıyor muydu, yoksa kendi ölümünden mi kaçmaya çalışıyordu. Bana ne kadar direnmişti "Gitmek istemiyorum!" diye. Ne kadar da zorlamıştım onu. Kal desem kalacaktı biliyorum. Kal desem hayatta da kalacaktı. Kendi ölümümle o kadar meşguldüm ki, onun yaşama isteğini anlayamadım. Kesinlikle, kal desem minibüsten atlayacaktı. Bana nasıl bakmıştı "Kal de!" der gibi...
"Duvarlara niye şiirler asmıyoruz?" diye sormuştu bir gün. Döndüğünde sürpriz olsun diye duvarları şiirlerle donattım. Benden kalan son şeyler olacaktı onlar. Ağlaya ağlaya kendim topladım sonra onları duvarlardan. O gün bugündür yerleştiğim evlerde ilk yaptığım şey oluyor duvarlara şiirler yapıştırmak... Bir de mektup bırakmıştım ona, okusun ve beni anlasın diye, ardımdan suçlamasın diye... Kendim okudum o mektubu, onun mektubuymuş gibi... onu anlayabilmek, ağlamadan durabilmek, suçlamadan özleyebilmek için.
           Tutunamayanlar'ı ilk o zaman okumaya başlamıştım herhalde. 20 sayfa mı, 30 sayfa  mı bilemiyorum artık. Ama o bitirmişti yanılmıyorsam. Şimdi kimde acaba o kitap? Okurken ne hissetti, sağına soluna notlar aldı mı? O zaman okusam, bu kadar anlamlı olmazdı herhalde. Gerçi bir kitabın değerini, bir ölüme bağlayıp, "iyi oldu" demek istemiyorum tabi. Ama bu kadar anlamlı olmazdı biliyorum. Belki başka derin anlamlar çıkartırdım, kimbilir? Onun anlamı neydi acaba?
            Ölmek kolay olmasa gerek. Gerçi hazıra kondu, ben planladım o yaptı, ama yine de kolay olmasa gerek. sonrasında hep beni izleyip, bana güldüğünü düşündüm. "Hani ölümün de, yaşamın da bir anlamı yoktu!" diye. "Niye şaşkınsın şimdi, niye terkedilmiş hissediyorsun kendini. Niye yapayalnız kaldığını duyumsayıp beni arıyorsun. Niye her çok uyuyanın, her durgun duranın; her mektup yazanın, her sıkıntılıyım diyenin üzerine titriyorsun, onun için korkuyor, telaşlanıyorsun. bırak onlar da yapsınlar benim yaptığımı..."
            Kendimi nasıl da tüketmiştim insanları dinlemek, yalnız olmadıklarını hissettirmek için. Bülent'e duyarsız davrandığımı düşünüp, onun diyetini ödemeye çalıştım yıllarca. Kendimi cezalandırdım belki de bilmeyerek. İçten içe bir ceza çekmek istiyordum belki. Belki ancak öyle yatışacaktı vicdanım. Ruhum ancak öyle huzura kavuşacaktı... Dinledim, dinledim... Yalnız değilsiniz dedim. Yanınızdayım dedim. Her defasında Bülent'i kurtarmaya çalıştım. Onlara yalnız olmadıklarını hissettirdikçe, kendi yalnızlığım büyüdü nedense.
            Yine de, Bülent hep yanımdaydı, hep beni izliyordu. Sadece gülmek, benden duyduğu son sözlerle dalga geçmek için değil, hala dostuz demek, hala aynı yaşamı, aynı acıları, aynı tatları paylaşmak için... Evet hala paylaşıyordu benimle. Az konuşmadık, az dertleşmedik onunla. Onun anlatacak çok şeyi yoktu ama beni çok konuştuk. Derya'yı az tartışmadık onunla. Bana az kızmadı, Derya'ya olan duygularım ve onun bana yaşatmasına izin verdiğim şeyler için. Ben de ona Yasemin'i örnek gösterirdim susturmak için. "Aynı hatayı niye ikimiz de yapalım!" derdi. "Ben yaptım, gelişelim artık, aynı yerde dönüp durmayalım." O yüzden, Berna'yı, farklı duygularla evine bıraktığım gün koşa koşa yanına gitmiştim. "Ben geliştim, artık Berna var" demek için. Nedense o günden sonra yavaş yavaş uzaklaşmıştı benden. Ara ara gene eskisi gibi oluyordu ama, çok kısa sürüyordu artık. Kıskandığını düşünüyordum. Yada fazlalık olmamak için uzak durduğunu. Kimbilir belki de yalnız kalmak istemişti.
            Bugünlerde yeniden başladı bana uğramaya. Hiç konuşmuyoruz. Yalnızca birbirimize bakıp susuyoruz. Susmanın dilini kullanıyoruz. Anlatacak ne çok şeyim var oysa, soracak ne çok sorum... Ne çok şeye, ne kadar çok ağlamak istiyorum oysa.

 

 
 
  Şu ana kadar 11202 ziyaretçi (18727 klik) uğradı! WebMaster : Barış ERTUĞRUL ,2007 (ertverisistemleri@gmail.com)  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol